Somebody Something, Same Body Same Thing















16 Nisan 2011 Cumartesi

1 Yeni Subliminal Mesaj

    Subliminal mesaj kavramı gerçekten acayip dikkatimi çekiyor. Bilinçaltına gizliden gizliye gönderilen mesajlar. Siz bunu ilk bakışta anlamıyorsunuz lakin beyin anlıyor. Garip. Bakalım bunun tanımı Vikipedi'de nasıl yapılmış? "Subliminal mesaj başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ve normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda farkedilmemek üzere tasarlanmıştır. Subliminal mesajlar insanın bilinçli dikkatli tarafından fark edilemezler ancak bu mesajların insan bilinçaltını etkiledikleri ileri sürülmektedir. Subliminal teknikler reklamcılık ve propaganda alanlarında sıklıkla kullanılmaktadır.Bilinçaltı mesaj kullanmak yasalara aykırıdır." Tanımda da belirtildiği gibi bu tür mesajları vermek aslında yasak. Ama bazı "çakal" olarak tanımlayabileceğimiz reklamcılar, bunu ürünün tanıtımında iyice gözlemlenebildiği takdirde gayet güzel uyguluyorlar.

    Beyin, üç şeyi asla hafızadan silmez. Ölüm, korku ve cinsellik. Bu üç öğe de subliminal mesaj kavramında kullanılmaktadır. En yaygın kullanılan ise cinsellik. "Sex" kelimesinin gizlendiği binlerce reklam afişi, çizgi film, film ya da broşür mevcut. Reklamcıların en yaygın olarak savundukları ve kullandıkları metod da doğal olarak "Sex sells"'dir. Cinselliğin satış ve görsellik açısından bir numaralı pazarlama tekniği olduğunu bilirler. Parfüm reklamları, dondurma reklamları gibi reklamlarda cinsellik ön plandadır. Gizleme tekniğiyle iliştirilen cinsel içerikli mesajlar ise çok dikkatli bakmadıkça, incelemedikçe  anlaşılması mümkün değil.








     İnternet üzerinde yapılabilecek ufak bir araştırmayla bu mesajların türlü türlü şekilde yapılmış olanlarını görebilmek mümkün. Walt Disney'in İlluminati Tarikati'nin bir üyesi olduğu ve neredeyse tüm çizgi filmlerinde bu tür bilinçaltı mesajlar içeren çağrışımlar yaptırdığı da bir gerçek. Mickey Mouse, Donald Duck, Goofy gibi çizgi film kahramanları bizlere ve ileriki nesillere daha küçüklükten bu tarz bilinçaltı mesajları ile dolu görüntüler aktarmaya devam edecek. Yasak olsa da bunun önüne geçmek mümkün değil.



Şeytanın 666 sayısının da Walt Disney'in logosunun içinde yer aldığı iddia ediliyor.






     Beyin görsel olarak 24 karelik bir görüntüyü algılayabilirken 25. kareye bu tarz mesajların konulduğu söyleniyor. Örneğin sinemaya gittiğinizde her 25. kareye patlamış mısır resmi konulduğu ve bu patlamış mısır yeme durumunun oradan geldiği, aklınızda yokken film arasında patlamış mısır almaya gidildiği belirtiliyor. Belki sadece alışkanlık, belki de yönetiliyoruz. Haydi hepimiz paranoyak olalım. Bizi yönetiyollar!

     Öperim, görüşürüz.

     Belki de bu öpme olayında da araya bir dudak resmi iliştirmişimdir. Verdim subliminal mesajımı da. Araştırın, var oralarda bir yerlerde.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Yazdım, Roman Olacak!

-Bir suç işleyip "Ben bir şey yapmadım" diyen insanlardan nefret ediyorum.
-Sabah kalkınca arkadan fing diye ayağa kalkıp bir daha inmeyen saçtan nefret ediyorum.
-Daha boş bir minibüs beklerken gelen tüm minibüslerin tıklım tıklım olmasından nefret ediyorum.
-Göz göre göre bir yere geç kalmaktan nefret ediyorum.
-Aklı beş karış havada insanlardan nefret ediyorum.
-Odaklanma sorunu olan insanlardan hiç haz etmemekle kalmayıp yeterince de nefret ediyorum.
-"Yemek hazır" dendikten 20 dakika sonra sofranın hazır olmadığını görmekten nefret ediyorum.
-"Çabukk gellll" diye çağırılma sebebinin çok tırt bir şey olmasından nefret ediyorum.
-Ortada hiçbir şey yokken acele ettirilmekten nefret ediyorum.
-Terliyken oturmaktan nefret ediyorum.
-Birisinin 3 saat oturduğu bir koltuğa/sandalyeye oturmaktan nefret ediyorum.
-En önde otururken en arkadaki seslendiğinde geriye bakmaktan nefret ediyorum. Herkes amma da boş bakar o an.
-Topluluk içinde söylediğim bir şeye aşırı tepki verilmesinden nefret ediyorum. Hele ki bu tepki bağırmaksa, o kişi mümkünse kapatsın o vücudu, Bodrum'a yerleşsin.
-Fikrimi söylediğimde "Hayır çok saçma" gibi bir tepkiyle karşılaşabilme ihtimalinden nefret ediyorum.
-İncir çekirdeğini doldurmayacak bir şey yaptım diye tepki verilmesinden nefret ediyorum. Aynı tepkiyi güzel bir şey yapınca görememekten daha da çok nefret ediyorum.
-Su şişesinin kapağında ekmek kırıntısı vesaire gibi şeyler görmekten nefret ediyorum.
-İçtiğim bardağın içine bir şey düşmesinden nefret ediyorum. Hele ki onu içindeki şeyle içenler var, yapmayın!
-İki insanın arasında kalmaktan nefret ediyorum.
-Haşlanmış mısır yerken o mısırın gidip de dişin en olmadık yerine takılmasından nefret ediyorum.
-Asidi kaçmış koladan nefret ediyorum. Kola bir de oda sıcaklığındaysa nefretim 28'e katlanmakta gecikmiyor.
-İnsanları zaman zaman anlayamamaktan nefret ediyorum. Onların da beni anlayamadığını düşünüp rahatlıyorum.
-"-de" ve "-ki"'leri yanlış yazan insanlardan nefret ediyorum. Hele ki "herkez, çoçuk" falan yazanlar gözüme gözükmesin.
-Aklıma bir şey gelip mutlu olduğumda, mutlu olduğum şeyin ne olduğunu unutmaktan nefret ediyorum. O boşluk tarif edilemez. Kara delik dedikleri o olsa gerek.
-Beyin olarak değil de sadece fiziken bir gelişme yaşamış insanlardan nefret ediyorum. İkisi de gelişmeyenler var ki onlar söz konusu bile olamaz.
-Son yudumun yere düşmesinden nefret ediyorum. Başka hiçbir şeyi o kadar özlemezsiniz o an.
-Beğenerek aldığınız bir ürünün bozuk ya da size uygun olmadığını anladığınız an. Nefret ediyorum ondan.
-Duygularımı gösteremediğim zamanlardan nefret ediyorum.
-Aklımdan geçen bir şeyi yapmak için elde olmayan sebeplere mahkum olmaktan nefret ediyorum. Bazen her şey bizim insiyatifimize bırakılmalı.
-Paranın beni şımartıp şımartmayacağını öğrenmek için Sayısal Loto'yu tutturmak istiyorum ve bu gerekçeden dolayı bir Sayısal Loto ya da büyük bir ikramiye kazanmayacağımı bilmekten nefret ediyorum.
-Şu ana kadar nefret ettiğimi söylediğim şeylerin, nefret ettiğim şeylerin 20'de 1'i kadar olmasından nefret ediyorum.
-Düşen birine gülünmesinden nefret ediyorum. Düşen ben isem nefretim 92'ye katlanıyor.
-Kitap okumayı sevmediğim için bu özelliğimden nefret ediyorum.
-Kültürsüz insanlardan nefret ediyorum. Bir öküzün bile bilebileceği şeyleri bilmeyen insanların benle aynı haklara sahip olması beni inanılmaz rahatsız ediyor.
-Terliyken sırtıma dokunulmasından nefret ediyorum.
-Son model bir spor arabanın içinden bir ayının çıkmasından nefret ediyorum.
-Bir teyze günden döndü diye ben yorgun argın halimle yer vermek zorunda hissettirildiğim için mahalle baskısından nefret ediyorum.
-Sabahın köründe bakkala gönderilmekten nefret ediyorum.
-Tam eve girip ev kıyafetlerini giydikten sonra bakkala gönderilmekten nefret ediyorum.
-Sanırım ben bakkallardan nefret ediyorum.
-Zurna çalan insanlardan nefret ediyorum. O yanaklarının anlamsız şişikliği beni deli ediyor.
-150 kiloluk bir insanı şişko diye eleştiren 200 kiloluk insanlardan nefret ediyorum.
-Çok beğendiğim bir parfümü ölsem de tarif edemeyeceğimi bildiğim için parfüm piyasasından sırf bu sebeple nefret ediyorum.
-Çok yakışıklı birinin çok çirkin bir kızla/kadınla, Çok çirkin birinin çok bir adamla beraber olmasından nefret ediyorum. Hayır aşk falan değil o. Göz var izan var.
-Çocuk doğurup doğurup sokağa atan şerefsizlerden nefret ediyorum. Herkes sizin gibi "piç" olarak lanse edilmek zorunda mı? Kısırlaştırılsınlar.
-Hayvanlar tek kelime ile anlaşırken insanların türlü türlü dillerle türlü türlü kelimelerle anlaşamadıklarını görmekten nefret ediyorum. Bu gruba dahil olduğum için nefretim 87'ye katlandı.


Daha bir sürü nefret içerikli maddenin olduğunu bilip hepsini yazmaya da üşendiğim için şu anımdan nefret ettim.

Öptüm, görüşürüz.

10 Nisan 2011 Pazar

Bir Şeyler Yazmak İstemek / Konu Bulamamak

     Kendimi çok kasmak istemiyorum. "Konu ne olsun? Ne yazayım?" demek istemiyorum. Diyorum yine de. Sabit kalayım diye zorluyorum kendimi de, gerek yok. Ne de olsa buralar benim, istediğim gibi at koşturur eşek yüzdürür kuş uçurturum. Bir şeylere karar verememek çok canımı sıkıyor. Öyle böyle değil ama. Kilitlenip kalıyorum. Ne diyeceğimi, ne seçeceğimi, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemez hale geliyorum. 2 dakikalık da olsa. Çok basit şeylere bile karar veremediğim oluyor. An geliyor karar verip verememe konusunda etkenin ne olduğuna karar veremiyorum. "Karar nedir?" deseler cevap veremem. "Vazgeçiştir" deyip hava da atabilirim, "İlk seçiştir" diye armut gibi atlayabilirim de. Bunu bile o anki ruh halim belirliyor. Ana göre yaşamaya başladım. Uzun süreli planlar yapamayasım var. Bu yapamayışım beni çok yoruyor. Yazın şunu şunu yaparım diyorum, günler geçtikçe, zaman daraldıkça içimden daha da bir şey yapmamak geliyor. Ama yapmam gerektiğini de biliyorum. Zaman yönetimim sıfırın altına indi, donmak üzere.




     Doğum günüm yaklaşıyor. İçimde garip bir heyecan da var, bir yandan da bu kadar zaman ne yaptığımı düşünüyorum. 21 sene ne yapmış olabilirim? Beni, beni tanıyanlara sorsalar ne anlatırlar acaba? Benden nefret eden var mıdır? Ya da bildiğimden daha çok seven? Seviyormuş gibi yapan? İlgilenmiyormuş gibi yapıp deliler gibi takip eden? Merak ediyorum. Gerçekten çok merak ediyorum. Bazen seviliyorumdur gibi geliyor. Bazen gerçekten kimsenin umursamadığını düşünüyorum. Bu ergen triplerim hoşuma gitmese de ne hissettiklerimi söyleyebilme özgürlüğüm var. Kimse beni yadırgamasın. Zaman zaman "Beni kimse anlamıyo hüee" diye yatağıma koşup atlayasım geliyor. Bazen de "İnsanlar söylediklerime çok değer veriyor, beni eğlenceli buluyorlar, iyi ki varlar" diye oturup sırıtasım geliyor. Dengesizliklerden oluşan bir denge sistemine sahibim açıkçası. Bazen çok şey biliyormuşum gibi geliyor. Ukalalığa varacak kadar çok şey biliyormuşum gibi. Bazen ise söylenilen, anlatılan hiçbir şeyi anlamıyorum. Aval aval bakıyorum. Anlıyormuş gibi yapıp acı çekiyorum.





     Müzik dinlemeyi çok seviyorum. Sesini sonuna kadar açıp eşlik etmek çok hoşuma gidiyor. Ben bir şarkıyı dinlerken kendimi bulabiliyorsam, ritmi, sözleri, vokali çok hoşuma gidiyorsa o benim için güzeldir. Ama tüm dünyanın aynı zevki alarak dinleyebildiği bir şarkıcı ya da şarkı yok. Tamam 'The Beatles' 1 milyar albüm satmış olabilir, ama örneğin ben sevmiyorum. Al işte genelleme oldu çöp. Çalan bir müziğin insanlar üzerinde farklı etki yaratması da hep dikkatimi çekmiştir. Sözler, müzik sabit. Ben sallana sallana eşlik ederken yanımdaki kişi hüngür hüngür ağlayabiliyor. Ya da milyonlarca insan "Justin Biebeeeeerr heeyuuuu" diye bağırırken ben ve benim gibi normal insanlar "Saçmalamayın be!" diyebiliyor. Evet onlar ergen, cayır cayır ergen, bunu unutmuşum, bu örneği yok sayalım. Her neyse. İnsanların aynı görünüp farklı hissetmeleri her zaman dikkatimi çekmiştir.

Air'ın 'Biological' şarkısında anlatılan gibi olsaydı keşke, o kadar basit olsaydı:

Thousands of hairs
Two eyes only
Its you

Some skin
Billions of genes
Again its you

XX XY
That's why it's you and me


     Hepimiz farklı olmaya çalışan aynı insanlarız. Hepimiz "herkes" gibi olmak istemiyoruz. Hepimiz kendine özgü şeyler yapmaya çalışan ama pişti olan insanlarız. "Hell Is Other People" demiş Jean-Paul Sartre. Doğru da demiş. "İnsan insanın kurdudur" lafını söyleyen atalarımız da var. Ama ben bir Fransız tarafından söylenmiş İngilizce sözü söyleyince çok farklı oldum. Aslında günlük hayatında İngilizce kelimeler kullanan bir tikiden farkım kalmamış oldu, ama ben hem bir düşünürün sözünü hem de İngilizce olarak söyleyince farkıma fark kattım. 2 adım öndeyim. Bunları söylerken söz de gümbürtüye gitmesin. Gerçekten çok sevdiğim ve inandıığım bir söz. Ha sosyopat gibi "İnsanlar kötü kimseyle konuşma kimseye bakma kimseye güvenme kimseye bir şey anlatma" diye ileri geri sallana sallana kapımı kitleyip oturmuş durumda bir insan değilim. Ama öbür taraftaki cehennemin yansıması buradaki insanlar olabilir. Her insan değil tabi, tanıştığınız ve hayatınızı kötüye, cehenneme çevirebilecek, belki karşılaştığınız, belki tanıştığınız, belki de çok sevdiğinizi düşündüğünüz, güvendiğiniz insanlardır bunu yapacak olan. Hiç belli olmaz. İnsan herhangi bir konuda kendine bile %100 güvenemezken, sınavdan çıktığında 100 alacağını söyleyip 20 alabiliyorsa, kaderinin başka insanlara bağlı olduğunu alenen görüyor demektir. Her insan kendinden mesuldür derler ya. Hiç de kendinden mesul falan değil. Benim yaptığım bir hata tüm ekolojiyi alt üst de edebilir gayet. Minimalist düşünmeye gerek yok. O kadar da değersiz değiliz yani. Tamam evrende nokta kadarmışız da, o noktayı oluşturan pikseller olarak da belirli bir işlevimiz vardır elbet. Bari bunu doğru düzgün yapalım. Üstümüze düşeni yaparsak normal, yapamazsak suç, hata, kaos, felaket.




     Kimse sizi yapmanız gereken bir şeyi yaptığınız için takdir etmez. Hiçkimse nefes aldığınız için sırtınızı okşamaz, ya da parmaklarınızı oynatabildiğiniz için bir ödülü hak etmezsiniz. Ne zaman ki bu melekelerinizi kaybedersiniz, ve bu en ufak hareketlerden birini yapabilmeniz bile bir mucizeye bağlıdır, o zaman kıymete biner. Elinizdekilerin ve yanınızdakilerin kıymetini bilin. Hiçbir şey, şimdi sahip olduğunuz şeye bir daha sahip olamayacağınızı, gördüğünüz bir kişiyi bir daha göremeyeceğinizi bilme ihtimaliniz kadar sizi üzemez.

Öptüm, görüşürüz.