Somebody Something, Same Body Same Thing
31 Ocak 2011 Pazartesi
Galatasaray-lı-lık
Ayrıcalık olması bir yana, bu aralar kendini sorgulatan kavram. UEFA Kupası taraftar sayısındaki artışın, patlamanın bir sebebi değildir diyemem. Elbette ki insanlar başarılı olandan yana olabilir.Ama sadece gönülden bağlı olanlar her durumda desteğini sürdürür. Kötüyken de iyiyken de kötüye giderken de iyiye giderken de gönül verdiği takımın arkasında olmak esastır. Bunda sıkıntı yok. Ama, senin "futbolcuya değil formaya aşığız" nidaların gün oluyor seni şampiyonluktan eden bir futbolcuya ettiğin küfürle son buluyor, gün oluyor 90+4'te takımı bir üst tura taşıyan golü atan herhangi bir futbolcunun adını sayıklatıyor. Galatasaray'ın kaderi gün oluyor 18 yaşında bir futbolcunun attığı gole, gün oluyor 35 yaşında bir emektarının atamadığı gole bağlı oluyor. İşte bu aslında kavramların ne kadar kimi zaman hak etmeyen değerlere bağlı olduğunun göstergesi. 20 yaşında biri Galatasaray edebilir mi? Ya da 33 yaşında biri seni Galatasaray'dan nefret ettirebilir mi? Cevap evetse "Galatasaraylılık" anlayışını sorgulaman gerekir. Çünkü herkes bilir ki hiçbir zaman bir kişi bir bütünü her şeyiyle temsil edemez, sorumluluğu yüklenemez ve doğal olarak başarı da o kişiye mal edilemez.
2010-2011 sezonu. Her şey berbat. Ne Avrupa Ligi, ne Spor Toto Süper Ligi. 18. haftadan lige, ikinci maçtan Avrupa'ya havlu atmış bir takım. Eskiyi düşününce tüm Galatasaraylıları çileden çıkaran bir durum. 9.luğa üzülmeyip 7.liğe sevinir gibi bir halimiz var. Gün geliyor kendi sahamızda Gençlerbirliği'nden 4 gol yiyoruz, gün geliyor stoperden depara kalkan Servet Çetin verkaçlara girip 15 saniye içinde gol atabiliyor. Dengesizlik her koşulda kendini belli ediyor. Sezonun ilk yarısı Frank Rijkaard gibi bir dünya markası teknik direktörü Türkiye'de alışıldığı gibi apar topar gönderip takıma alışık birine emanet etme geleneğimize bir yenisini ekleyip futbolculuk kariyerinde Galatasaray forması ile fırtınalar gibi esip alışık olmadığımız kupaları, beklenmeyen başarılar kazanmamızda en önemli isim olan Gheorghe Hagi'yi getiriyoruz takımın başına. Sanki tüm suç Rijkaard'daymış gibi. Sanki sahaya 1-1-8 taktiği ile takımı çıkartıyormuş gibi. Her zamanki gibi suçu yine gözle görülen yerde değil de başka yerlerde arayıp hanemize bir eksi daha ekletiyoruz. Alıştığımız gibi. Ve Hagi'nin takımın başına geçip, takımı inanılmaz motive edip 9.luktan ilk 3'e sokmasını bekliyoruz belki. Ya da hepsi sadece göz boyamak için.
Türk Telekom Arena gibi her türlü Avrupa/Dünya standardına uymakla kalmayıp herkes tarafından oldukça övülen bir stad yapıldı tarihin en kötü Galatasaray'ına. Ali Sami Yen'e son verin, yeni bir başlangıç yapın denildi. Bu takım sanki çok hak ediyormuş gibi. Ama dedik ya, oyuncular değil Galatasaray'ı Galatasaray yapan. Stad Galatasaray için yapılmıştı. Barış Özbek için ya da Ayhan Akman için değil. Galatasaray için. Sahada oynayacak, ismi temsil edecek olan gene onlardı. Onbinlerce taraftar haklıydı isyanında. Ayhan'ı mı izlemeye gideceklerdi yoksa Ufuk Ceylan'ı mı? Haklılar, çok haklılar. Hagi "artık eskidi, yenisini yaptık gelin burada oynayın" diye gözden çıkarılan stadda canını dişine takıp milyonları sevince boğduğu anları Türk Telekom Arena gibi bir spor kompleksinde sahadaki barbarları izlerken eminim çok kez hatırlamıştır. Çok iç geçirmiştir. Adam haklı beyler. Adam çok haklı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder